Author(s): Özden Kanter Akbaş / Language(s): Turkish
Publication Year: 0
Anadolu gerek jeopolitik konumu itibarıyla gerekse topraklarının verimli olması sebebiyle her dönemde önemini korumuş topraklardır. Tarih boyunca birçok kültürün içinde yer bulduğu bu topraklar çeşitli dinî inanışlar için de önemli olmuş ve günümüzde de önemini korumaya devam edegelmiştir. Doğu kökenli din mensuplarının batıya yönelişleri esnasında bu dinî inanışların Anadolu’da yaşayan topluluklar arasında taraftar buldukları bilindiği gibi batı kaynaklı pagan inanışları için de bu toprakların kabul görülen bir yer olduğunu söyleyebiliriz. Çeşitli nedenlerle yapılan göçler ve Anadolu’ya yerleşimler neticesinde topluluklar arasında dinî ve kültürel etkileşimler kaçınılmaz olmuştur. Örneğin, kaynaklarda MÖ.3000 yıllarında yaşamış olan Sümerler ile ilgili arkeolojik ve yazınsal kaynaklarda onların, doğuda Hindis-tan’dan, kuzeyde Anadolu, Kafkaslar ve Orta Asya’nın batı bölgelerinden Akdeniz ve Mısır, Etiyopya’ya kadar uzanan topraklarla ticari ve kültürel ilişkileri olduğu bilinmektedir (Kramer, 2016: 374). Süreç içerisinde gerek toplumların dinî inanışlarının değişimi ve gerekse kendi inançlarını yaşarken insanların birbirleriyle olan iletişim ve etkileşimleri sebebiyle bir dinî inancın diğer dinî inançlara sahip olan insanlar üzerinde etkisi olmaktadır. Bu etkiler bazen direkt olabildiği gibi bazen de mevcut dinî inanç içinde form değişti-rerek varlığını devam ettirmektedir. Anadolu inançlarının pagan topluluklar döneminden bugüne kadarki inançsal tarihî seyri incelendiğinde Sümerler gibi her alanda gelişmiş bir topluluğun Anadolu’da yaşayan toplumlar üzerinde de etkili olduğu ifade edilebilir. Bu bağlamda küreselleşme kavramının günümüz için değil eski dönemlerden itibaren varlığını sürdürdüğünü söylemek yanlış olmayacaktır. Bir topluluğun göç etmesi, mevcut kültürünü de göç ettiği topraklara taşıması anlamına gelmektedir. Bir topluluğun kültürünün başka bir bölgeye taşınması, farklı kültürel özelliklerin bir araya toplanması ile kültürel melezlik meydana getirmektedir. Bu durum, toplumların hem olumlu hem de olumsuz etkilenmelerine sebep olmaktadır. Aynı topraklarda yaşayan toplulukların benzer dinî inanç ve uygulamaları, bu toplulukları kültürel bağdaşıklık şeklinde genişleterek yeniden konumlandırmaktadır (Plüss, 2012: 296). Bir dinin mensupları, göç ile sadece karşılaştıkları yeni kültürün unsurlarını sahip oldukları kültürlerine katmamakta, mevcut kültürlerini korumak için de kendi inançlarının ilke ve ritüellerini yeniden düzenleyerek ve anlamlandırarak geleneklerini dolaylı şekilde dönüştürmektedirler. Bu değişim, hem aslolan kültürün korunmasını ve devamını sağlamakta hem de yeni kültürle uyumlu yaşamayı sağlamaktadır. Buna karşın yeni bir kültür içerisinde mevcut kültürün değişmeden, dinî metin, uygulama ve liderlerin kesin yanılmazlığı ilkesi ile kalması, mevcut kültürün değişmeden korunmasına sebep olmaktadır. Fakat beraberinde aynı topraklar üzerinde yaşayan farklı kültürdeki insanlar arasında ayrışmalara da sebep olmaktadır. Bu durumda göç eden topluluk, kendi kültürünü değiştirmeden korumakta fakat etkileşime geçtiği yeni kültür içerisinde azınlık durumundan kurtulamamaktadır. Göçmen topluluklar, bu sıkışıklık içerisinde çözümler üretmek yoluna giderek içinde bulundukları yeni kültürün iletişim, eğitim, sosyal ilişkiler gibi alanlarına adapte olmakta inanç, dinî ritüel gibi temel kültürel özellikler ko-nusunda ise daha muhafazakar bir yöntem izlemektedirler. Bu yaklaşım tarzı, hayatın her alanındaki imkanları kullanma noktasında kolaylıklar sağlamıştır ki Türklerin kabul ettikleri her dinî inançta bu yöntemi göz önünde bulundurdukları ifade edilebilir.
More...